bilanço.

geçen hafta, cumartesi akşam, kapanışla bir festivalin daha sonuna geldik. peki bu iki hafta benim için nasıl geçti ?


festivalin ilk haftasına denk gelen sınavlardan ötürü ve ikinci haftasında ise festivalde görev almamdan dolayı bu yıl bilanço çok iyi değil. fakat performans kötü değil, güzel filmler gördüm

.
File:Black Coal, Thin Ice Poster.jpg festivalin açılışını berlin'de ödül alan ince buz kara kömür ile yaptım. polisiye, çin filan böyle ilginç bir şey bekledim ama günün sonunda hiç beğenmediğim bir filmden çıktım. yani polisiyesi yeteri kadar polisiye değil, niye ne olduğunu anlamadığım bir filmdi.biz üç kişi gittik üçümüz de benzer hislerle çıktık filmden, hiç izlemesek de olurmuş dedik ve hatta berlinale'le çok uyuşmadığımıza komple karar verip venedik'e yönelme kararı aldık :)


haliyle güne bu filmle başlayınca bir anda tüm festival heyecanım kaçtı. bir yandan bir kafede ders çalıştım, yemek yedim. emek sineması eylemine uzaktan da olsa katıldım (polis olay çıkartmayınca gayet güzel geçti), azıcık daha çalıştım ve biraz heyecanla beklediğim terry gilliam filmi sıfır teorisi'ne geldim. yönetmenin izlediğim son filmi yine festivalde, emek sinemasında, tideland olmuştu. tam ergen dönemime denk gelen filmden sonra filmin ruhundan çıkmak istememiştim bir süre ve kendime jeliza-rose adını takmıştım. bu küçük anekdottan sonra filme dönecek olursak,


File:The Zero Theorem poster.jpg sinemanın fuayesi o kadar kalabalıktı ki panik atak anılarım canlandı, neyse ki yerlerimize oturunca geçti. bilim kurgu pek fazla sevmem. yani sevmem de değil aslında tercih etmem izleyince de genellikle beğenirim. bu film de benim için böyle oldu. ben çok beğendim ki genel olarak insanlar bayılmamış sanırım. bir distopyanın bu kadar canlı renklere sahip olması çok hoşuma gitti. kurduğu dünyaya da bayıldım. ve aslında dünyasından çok etkilendiğim için beğendim. yoksa hikayesi biraz zorlama ve zorlayıcıdı. uzun da bir film olmuş. ama oyunculuklar, renkler, dekor ve kostümler şahaneydi. 

File:We Are the Best!.jpg ertesi gün lukas moodysson filmi olan bizden iyisi yok 'a gittim. yine kuzey yine gençler, sempatik karakterler. aslında hoşum gitti, ama diğer filmleri gibi özellikle de fucking amal ve lilya 4 ever kadar asla yer etmeyecek. güzel bir arkadaşlık filmi. güzel bir kuzey toplumu filmi. hava da soğudu biz izlerken resmen. filmin soundtracki güzeldi, punk çok sevmememe rağmen isveççe punka bayıldım! 



sonrasında küçük bir boşluk, öğleden sonraki resnais biletimi anneme verdim (pek de beğenmiş, bin kere teşekkür etti) ve sınav çalışması. 


Durgun Hayat : Afis sonrasında "bu ne böyle hiç mi film izleyemeyeceğim" söylenmemle annemle sonradan bilet aldığımız durgun hayat filmine gittik. festivaldeki izleyebildiğim filmler arasında en beğendiğim 3. film olabilir. 
renkleri soluk ama güzel bir ingiliz filmi. çok hoşuma gitti, tam bir yalnızlık filmi, ama güzel. kötü de hissetmiyor insan o kadar. müzik bir şahane. sonrasında q & a vardı, yönetmen de pek ciciydi. o da öyle anlattı filmini zaten: "bu tür yalnız bir hayat olabilir ve bu her zaman kötü bir şey olmayabilir, çok sosyal bir hayat mutlu bir hayatın koşulu değildir" minvalinde bir şeyler söyledi.

 ertesi gün de bir sınava girip çıktıktan sonra çok merak ederek seçtiğim neil young’un bavulu filmine gittim. hem müzik hem film genelde en sevdiğim filmler oluyor. fakat bu biraz zorlayıcıydı, günün sonunda baştan sona bir konser izlemiş olduk resmen. salon baya boşaldı. benim de beklediğim gibi değildi. dediğim gibi baya neil young konseri izledik. ben daha anlatılı bir şey beklemiştim (burada hata, hemen neil young adını görüp bilete atlamamdan ötürü, bende).


 ertesi gün iki sınavdan sonra, yine  sonradan biletini  aldığım ve çok büyük merakla beklediğim baştan çıkarılmış ve terk edilmiş filmine gittim annemle. dediğim gibi belgesellere özel bir merakım oluyor her festivalde. her seferinde de festivalde izlediğin en iyi filmler belgesel oluyor. bu sefer de endüstri hakkındaki bir belgeseli kaçırmak istemedim. 

film çok eğlenceliydi, dekor: cannes film festivali, konu: james toback ile alec baldwin'in bir film projesi var, festivale gidip ona para bulmaya çalışıyorlar. bu esnada yöenetmenlerle, oyuncularla, prodüktörlerle vb insanlarla görüşmeler yapıyorlar. baya eğlenceliydi. tekrar olsa da tekrar izlesem.

File:The Grand Budapest Hotel Poster.jpg hafta sonu grand budapest hotel ile devam ettim. bu film hakkında diyecek hiçbir şey bulamıyorum, çünkü çok fazla beğendim. filmin başında aşırı mutluluktan panik atacak geçirecektim, yani neredeyse, kalbim sevinçten sıkıştı baya.renkle, wes anderson simetrisi ve karakerlerin acayiplikleri, sanırım aşk gibi bir şeydi, böyle karnımda kelebekelr filan.film bitmesin istedim. hatta bir sonraki hayatıma bu adamın filmlerinden birinde devam etmek istedim. işte öyle. sonrası zaten yok gibi. 

 türk sinema tarihi dersim kapsamında bir muhsin ertuğrul izlemeye gittik, aysel bataklı damın kızı, ben son derece iyi buldum, merakla izledim yani. tamam tahmin edilir bir film ama dönemi filan düşününce baya şahane!
o dönemleri düşününce bir de (daha da geriye gitmek lazım hatta), buralar (istiklal caddesi) hep sinemaymış. üzücü bazı şeyler. 

sonrasında araya çok yoğun, çok yorucu lakin çok keyifli bir festival çalışması girdi. 
tabii benim için filme gitmek imkansız oldu.

Scola Fellini'yi Anlatiyor : Afis rağmen son gün ben de festivali kapatabildim, ve scola fellini'yi anlatıyor'u izledim. 
her şey adında gizli diye aldım bilet, çok beklediğim türde değildi, bir de gerçekten çok yorgun bir günüme denk geldi. fakat günün sonunda ettore scola fellini filmi yapıyor. etkileyici. 

iki haftanın sonunda, özet olarak diyebilirim ki çok festival havasında gibi geçmedi benim için nisan ayı. 
çalışmış olmak da beni çok mutlu etti. genel olarak çalışınca mutlu oluyorum, sevdiğim bir ortamda ise bu artıyor tabii.
çok yoruldum ama çok şey öğrendim. muhteşem insanlarla tanıştım. İlginç bir şekilde festivale daha çok dahil olmamdan ötürü bir o kadar uzak hissettim, fazla yakından bakınca bir şey görememek gibi, ki geçen çalıştığımda hiç böyle olmamıştı tam tersi olmuştu çok yakındım ve çok iyi görüyordum. ama kötü olmadı kendimi o festival öforisi dışında da görünce aslında biraz abartı bir hava olduğunu da anladım. yani kimi zaman ölüm kalım meselesine dönüştürdüğüm bu iki haftayı o kadar da abartmaya gerek yokmuş. evet mutlu oluyorum. her zaman. festival başladığında o koltukta oturduğumda iyi hissediyorum ama her şeyi daha kararında hissetmeye başlayabilirim sanırım.
bu sinema yazısından çok şehnaz bu iki hafta ne yaptı yazısı gibi oldu daha çok, günlük gibi ama olsun. 

seneye görüşmek üzere :)


not: her filmi tek tek anlatamadım bu sefer. 
çok ayrıntılı. 
özür dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder