tanrım!

Sürpriz Damatlar : Afis

qu'est ce qu'on a fait au bon dieu? (sürpriz damatlar) 22 ağustos'ta vizyona girecek olan epey eğlenceli 2014 yapımı bir fransız filmi. 
yönetmen, philippe de chauveron.
şimdilik fransa'da bu yılın en çok giriş yapan filmi, 10 milyon giriş yapmış.

konusuna gelecek olursak 
claude ve marie verneuil hristiyan demokrat ve "gaulle"ist bir çifttir. 
dört kızları vardır ve üçü ayrı göçmen gruba dahil adamlarla evlenmişlerdir, ailede zaten bir arap, bir yahudi bir de asyalı damat vardır. en büyük kabusu olan bu duruma ayak uydurmaya çalışırlarken bir yandan da 4. kızlarının "doğru" seçimi yapacağından eminlerdir ( daha doğrusu umuyorlardır). 
film bu -bir karakterin deyimiyle- "benetton ailesinin" komik hikayesini anlatıyor. 
ben epeyce güldüm. 
durumlar baya komik. özellikle baba karakteri baya özel. diyaloglar gerçekten akıllıca yazılmış. 
aile ve damatlar arası gerilimin yanı sıra damatların kendi aralarındaki çekişmeler de epey eğlenceliydi. 
ve önyargılar, stereotipler ve kalıplaşmış bilgiler üzerinden tatlı tatlı espirilerle eleştiriler yapıyor. 

fransız filmleri sıkıcıdır yargısına sahip olan insanların kesinlikle gitmesi lazım. 
yaz sıcağında tatilde değilseniz ve bir filme gitmek istiyorsanız yine bu film doğru bir tercih. 

i want to ride my bicycle i want to ride my bike-*


wadjda yazın başından beri görmek istediğim bir filmdi. 
en çok fragmanı ilgimi çekti ama gerek ilk suudi arabistan filmi olması ve yönetmeninin kadın (haifaa al-mansour) olması merakımı arttırdı. 

wadjda (waad mohammed)10 yaşında suudi toplumunun geleneklerini ve kurallarıını hiçe sayan bir kızdır. 
aynı mahallede oturan abdullah sık sık atıştığı arkadaşıdır. wadjda yine bir atışma sonucu abdullah'a meydan okur: onu bisiklet yarışında yenecektir. fakat suudi arabistan'da kızlar bisiklete binmez ve wadjda'nın bir bisikleti yoktur. 
ne yapıp edip dükkanda gördüğü yeşil bisikleti satın alıp abdullah'la yarışacaktır. 

bu hikaye ekseninde suudi toplumunu özellikle de bu toplumda kadının (olmayan) yerini izliyoruz. 
wadjda'nın okuldaki müdiresi otoriteyi ve normu temsil ederken okul arkadaşları ise yine geleneği ve kadın konusunda kabul gören kuralları temsil etmektedirler.
annesi ise bu normlara boyun eğen kadınken filmin sonunda kızının yanında yer alacaktır. 
hikaye genel olarak komedi unsurlarıyla ilerlese de sonu son derece çarpıcı ve gözyaşı süzülmesine sebebiyet veren türden. 

bir buçuk saat boyunca gerçekten hayretle izledim, belki suudi arabistanla ilgili bilgim olmamasından kaynaklıdır. fakat her laf her olay içimden yok artık dedirtirken bir yandan da burada da bazı bazı aynı söylemi duyuyor olmak korkuttu.
bu söylemlerden her halde en göze batan ise, müdirenin kahkahalarla gülen kadınlar hakkında yaptığı yorum oldu. (her izleyenin aklına hemen barınç gelmştir şüphesiz). 

fakat film genel olarak sıcacık, bir yandan wadjda amacına ulaşacak mı diye izlerken bir yandan da bitmesin istedim. çok sevdim wadjda'yı çünkü. 
filmden mutlu ve buruk çıktım. filmin sonu gerçekten dokundu. ama güzel bir film izlemiş olmanın da mutluluğu vardı. 

kesinlikle gidip izleyin. 

izlemek isteyenler, vecide bir süre daha başka sinema sinemalarında, seans bilgileri için: 
www.baskasinema.com

not 1: alışveriş merkezinde koton mağzasının görünmesi. ve hatta tuvalette kapı üzerindeki reklamın beren saat reklamı olması. 

not 2: müdireyi oynayan ahd ne kadar güzel bir kadın

not 3: ne güzel bir arapça dinledik, arapça öğrenesim geldi. 

*başlık bu sefer queen-bicycle race'ten. 

iki gün.

paris'e film izlemeye mi gittin diyenler olacaktır. 5 günlüğüne gittim ve kesinlikle dardenne biraderler'in filmini görmek istiyordum. bir de techiné'nin muhteşem kadrolu gerçek olay uyarlaması filmi vardı, ona vakit uyduramadım (üzüldüm de umarım buradan birileri almıştır filmi).

öte yandan mk2 ile yapacağım görüşme esnasında "en son hangi filmlere gittin?" gibi bir soruyla karşılaşacağımı düşünerek bir iki akşam sinemaya gitmenin doğru olacağını düşündüm. -nitekim sordular da-

iki altın palmiyeli bu ikilinin bu filminin de bu yıl bu ödüle layık görülmesini umuyordum açıkçası. niye bilmiyorum yarışmadaki diğer filmleri izlemeden gönlümde yatan favori onlardı. 

filmekimi sağolsun sanıyorum ki yarışmadaki çoğu filmi izleyebileceğiz. 


gelelim deux jours, une nuit filmine.
baş rolde marion cotillard
kapı kapı dolaşıp, iş arkadaşlarından kendisinin işten çıkmasına sebep olacak kararı vermemelerine ikna etmeye çalışan bir kadın. 
hareketli bir kamera. 
yine çarpıcı bir son. 
sanırım dardenne'lere özgü bütün unsurlar var filmde. 

hoşuma gitti. 
lakin biraz tekrar buldum. aslında tekrar bulunacak bir şey yok tabii, hikayenin kendi çerçevesinde marion cotillard'ın kapı kapı dolaşması mantıklı olan zaten, fakat sinemada 10. kapıyı çalıp aynı şeyi söyleyince birazcık acayip oldu bence. 

ben yine de çok çok beğendim o ayrı. 
diğer filmleri de izleyip bakalım biz jüri koltuğunda olsaydık kime ne ödül verirdik. 


derimin altındakiler.


mk2'nün facebook sayfasını takip ettiğimden under the skin filmi ile ilgili her gün yeni bir reklam afiş bir şey paylaştıklarından filmi büyük bir merakla izlemeye gittim. 
görece uzun süredir vizyonda olan bu filmi minicik bir salonda izlemeye gittim epeyce insan vardı. 
bu filmle alakalı scarlett johansson'un oynuyor olması dışında hiçbir bilgim yoktu hatta o kadar yoktu ki if! 'in programında yer aldığını da sonradan öğrendim.

elimdeki iki veri: scarlett johansson'un güzel siyah saçlı hali ve bilim kurgu. 

108 dakika acaba ne izliyorum diye izledim filmi. hani sıkıldım filan diyemeyeceğim de baya anlamadan izledim. başta tabii bir merak unsuru bir heyecan filan vardı da baktım ki o merak hiç giderilmiyor anlamadan izledim. bence uzun bir video-art gibiydi. metaforlar imgeler havada uçuşuyorsa da bu kadar bilinmezlikten ben şahsen hoşlanmıyorum. 
hikayeyi kafamda yazmaktan da hoşlanmıyorum. sonunu bir takım söylenmeyenleri yazmak başka bir de bütün film hakkında bir şey yazmak başka. 

filmi anlamamış insan seviyesinde bir konu özeti isterseniz: 
scarlett johansson uzaylı ya da robot neyse (onu bile anlamamışım) bir kamyonla dolaşıp erkek düşürmeye çalışıyor. 

o, o kamyonu burada bir yerde kullanıyor olsa, eyvah yani pencereyi açmadan korna sesleriyle zaten tacize uğrardı, ama zavallım oralarda çok da yaver gitmiyor şansı, öyle elini sağlayınca ellisi gibi bir durum da yoktu. 

yöneten, jonathan glazer'mış (yegane sevdiğim iki radiohead şarkısının kliplerinin yönetmeniymiş), michel faber romanı uyarlamasıymış. romanı okumadım ne derece sadık ne derece değil bilemiyorum tabii. 

hasılı diyeceğim şu ki gerçekten başka filmlerden de daha fazla renkler ve zevklerle ilgili bir film. çok seveni de anlıyorum, ilginç bir film atmosferi vs. müzik çok güzeldi. 



not 1: filmden  önce nuri bilge ceylan'ın kış uykusu fragmanını görmek garip bir duyguydu. 

küçük faşo-


Bu yıl sezonu ikincikat'ın üst kattaki terörist oyunuyla kapattım. 
sami berat maraçlı yönetiminde bir emrah serbes hikayesi uyarlaması. 
oyunu izleyeceğim diye hemen ev ahalisinin de en sevdiği emrah serbes kitabı olan erken  kaybedenler'i "üst kattaki terörist"ten başlayarak okumaya koyuldum.
oyunu yazacağım evet ama kitabın da pek şahane olduğunu belirtmem lazım. baya keyifli hikayelerden oluşuyor ve gerçekten de üst kattaki terörist ise içlerinde en iyilerinden biri. 

bir cümleyle özetlemem gerekirse, 12 yaşında abisi şehit düşmüş küçük bir çoğun üst katına taşınan kürtle imtihanı :) , diyebiliriz. 

bu kısacık hikaye gerçekten çok çok iyi yazılmış.
oyun olarak izleyince ise aynı etkiyi kesinlikle yaratmadığını görüyorsunuz, bir kere çocuğun faşist faşist çıkışları kitapta komik ve sevimliyken oyunda çok tekrar duruyor. 

oyun 4 kişiden oluşuyor, çocuk (denizhan akbaba), annesi (banu çiçek barutçugil), terörist-semih (bedir bedir) ve sevgilisi (gözde kocaoğlu) sahne tasarımı da çok iyi yani imkan dahilinde yapılabilecek güzel sahnelerden biri, en nihayetinde bir "üst kat" yapmak zor, üsküdar tekel sahnesi gibi çok yüksek bir yerde güzel bir asma katla yapılırdı fakat dediğim gibi imkan dahilinde güzel olmuş. 

beni oyunla ilgili rahatsız eden birkaç şeyden bahsedeyim isterseniz, 
öncelikle hikayede bir anne yok yani var ama yok, oyunda ise fazla var, olmasa da olurmuş, çünkü yukarıda bahsettiğim söz konusu tekrarlar da özellikle anneyle olan sahnelerde var. oyun kısaydı fakat hikaye daha da kısa, birebir uyarlansa daha da kısa bir oyun çıkardı belki de bu yüzden tekrar gelmiş olabilir bana. 

öte yandan hikaye çocuk üzerine kurulu doğal olarak oyun da fakat ben başroldeki denizhan akbaba'yı yetenekli fakat başarısız buldum. nurettin rolünü genelinde çok iyi çıkaramamış, yer yer beğendiğim oldu fakat yer yer vurgularından ses kullanımından çok rahatsız oldum belirtmem lazım. 
hikayede anlatıcı nurettin. zaten birinci tekil şahıs anlatıcılı bir hikayeyi aktarmak zor bir şey, günün sonunda o kadar çok laf yok daha çok bir anlatıcı var bunun aktarımı da haliyle daha farklı oluyor. 

ayrıca bazı sahnelerin gerçekten daha kalabalık olmasını gönül isterdi, semih'İn diğer "bölücü" arkadaşlarıyla olan sahneler, eylem sahnesi mesela, tabii ki bir tiyatro sahnesindeyiz ben de bunun farkındayım, çözüm olarak ağır çekim hareket ise bence üslup olarak pek uymamış,
 belki o kalabalık sesle yaratılabilirdi, ya da belki biz seyirciler olarak da bir an eylemin içinde kendimizi bulabilirdik. gibi gibi. 

uzun lafın kısası çok iyi yazılmış bir hikayenin fena olmayan bir uyarlaması. oyun kötü değil sadece hikaye çok daha iyi. 

not 1 : gözde kocaoğlu ger-çek-ten çok güzel bir kadın.
 "hayatımda gördüğüm en güzel kızdı, göğüsleri çıkmıştı, taş gibiydi."

not 2: sezon bitiminden her zaman şikayetçi olan biri olarak ikincikat'ın yarının oyunları projesi beni heyecanlandırıyor. 
en azından yazın da tiyatroya gidebileceğiz hey-ho. 
projeyi duymadıysanız: 
4 konu 4 yönetmen 4 yazar ve oyuncu sayıları kura ile belirlenip eşleştirildi ve bu şekilde oyunlar çıkartıldı. 
ki bu arada konular ise yine internet'ten bir oylamayla belirlendi.
tarihler ve projeler şurada. *

kış uykusu-

NBC sevmem. beni tanıyanlar bilirler, sevmemenin ötesinde filminden sinirlenerek çıkarım genelde. ama gitmemek de olmaz derim her seferinde.
Kış Uyku'suna 12:00 seansına bir poşet "erzak" doldurarak gittik, o saatte filme girince günün yarısının orada geçeceğini biliyorduk.

Kis Uykusu : Afis

bol konuşmalı olduğuna dair yorumlar ise hiç içime su serpmemişti çünkü filmin süresi uzadıkça o diyalog oranlarının yine filme oranla mininal kalacağını düşünüyordum, nitekim bir zamanlar anadolu'da da diyaloglar artmış fakat filmin süresi de uzamıştı.
filme zaten bir "görev" bilinciyle gittim ve kafamda 3 buçuk saat kar yağan peri bacaları izleyeceğime dair bir ön yargı vardı. dediğim gibi NBC sevmem bunun tek sebebi de filmlerinin fazla fotoğraf olması, bir filmin kareleri evet güzel olmalı ama bu diğer şeylerin önüne geçmemeli (tabii ki kendi fikrim, ben öyle filmlerden hoşlanıyorum). 

fakat. - bu kocaman bir fakat- bu filmi beğendim.
diğer NBC filmlerini neden beğenmediğimi açıklayamadığım gibi bunu da niye beğendiğimi açıklayamayacağım.
yani tabii bir takım unsurlar var,
filmin duygusu hoşuma gitti genel olarak. 
özellikle nihal (melisa sözen) karakterinin duygusu çok hoşuma gitti. 

yani dediğim gibi neden hoşuma gittiğini ben de çok anlamadım. bu yüzden yine ben kendimce gördüğüm olumsuz yanlarını yazacağım. 

bu filmi beğendim ama izlediğim en iyi yerli yapıma girer mi sanmıyorum. diğer filmleri izlemediğim için cannes'daki ödül ile ilgili de yorumda bulunamıyorum (filmekimi'ni bekleyip görmek lazım). film 3 saat 19 dakika olmasa olur muydu, evet olurdu çok da güzel olurdu, ama yönetmen böyle buyurmuş ben de gayet keyifle izledim, sıkılmadım ama uzun buldum , ama daha önce de dediğim gibi oyunculuklar çok büyük etken, filmin bu denli akıcı olmasında oyunculukların çok büyük payı var. 
"neden?" sorusunu sorabileceğimizi bir sürü yeri vardı filmin, ve cevap bulamamak eksiklik, ama ben sormamayı tercih ediyorum, bir kere gerçekten de bir film izliyor gibi değiliz.çok fazla şey barındırıyor filmi yer yer keşke bir tanesine ağırlık verse keşke dedim içimden. imam hikayesi güzel bir hikaye ve film sadece bunu konu edinebilirdi mesela. 
dediğim gibi bu haliyle film bir duygu veriyor fakat bu film daha uzun da olabilirmiş daha kısa da olabilirmiş, çerçevesiz biraz ne kadar aydın (haluk bilginer) karakteri ekseninde seyretse de aslında diğer karakterleri sadece koklatıyor olması hayal kırıklığı. 
tanıdığım bir çok insan bir zamanlar anadolu'daya göre düşük bulmuş filmi, şüphesiz ki o filmi beğenmemiş olsam da daha derli toplu bir film olduğunu ben de düşünüyorum. 
fakat sanırım hoşuma giden şey de biraz bu dağınıklık. 

üzerine düşünecek de çok vaktim oldu aslında hemen yazamadım bu yazıyı, teknik aksaklıklardan dolayı ancak şu an oturabiliyorum başına, bu yüzden bu yazı da biraz dağınık. üzerine düşününce filmin karakterlerin biraz karikatürize/tipleme olduğunu düşünüyüyorum özellikle de necla (demet akbağ) ve aydın (haluk bilginer) ikilisi, yani oyunculuklar güzel dengelemiş.

görülmesi gerek. 

not 1: melisa sözen ve serhat kılıç en beğendiğim oyuncular oldu.

not 2: dekor olarak haluk bilginer'in oyun atölyesi oyunlarının afişlerinin vs kullanılmış olması beni biraz rahatsız etti. ilginç bir şekilde yabancılaştırıyor sanki aydın değil de haluk bilginer izliyormuşum hissi veriyordu. 


boşboş

merhaba,
burayı biraz boşladım evet farkındayım. 
mezuniyet aşamasında olmamdan ötürü pek bir şey yapmadım çünkü. 
aslında o da kısmen yalan 4 tane oyuna ve 2 filme gidecek vakit buldum, fakat daha önce de dediğim gibi oyun yazarken çok rahat hissetmiyorum üzerine vakit de geçmiş, çok anlamlı bulmuyorum şu an onları yazmayı. filmleri yazabilirim ama evet. 

fakat şöyle bir gidilecek filmler listem var ki, hangi ara gideceğim pek bilemiyorum. 

-itirazım var

-tom çiftlikte

-kan bağları

-kış uykusu

-locke

-the buttler