ben italya'dayken böyle güzel bir proje hayata geçmiş ve döndüğümden beri de bağımlısı oldum.
başka sinema vizyon şansı az olan yerli/yabancı filmleri farklı bir programasyonla daha uzun vizyonda kalmalarını sağlayarak çift taraflı yarar sağlıyor.
böylece biz film kaçırmıyoruz mesela.
hele ben, 2013'ün son beş ayında kaçırdım diye söylendiğim bir takım filmleri döndüğümde başka sinema sayesinde izleyebildim.
bu bağlamda "bize her gün festival" lafı çok uygun oluyor.
bir de yeni bebekli ebeveynler için bir program çıkartmışlar.
fiyatlarından bahsetmek gerekirse, aslında "bağış" mantıyla işliyor, en az 12 lira olmak kaydıyla aslında tarifenizi kendiniz seçebiliyorsunuz.
ben müptelasıyım, festival olmasa da olur resmen dedirtiyor (o kadar da değil tabii ki).
neler gördüm başka sinema'da:
kusursuzlar: istanbul film festivali'nin köprüde buluşmalar kısımında çalıştığım yıl gelen projeler arasındaydı bu film, ve çok da beğenmiştim okuduğumda da. bir de arkadaş kayırma da olabilir biraz, ekipteki insanlar çok sevdiğim cici bulduğum insanlar.
iki kız kardeş çeşme'deki yazlıklarına uzaklaşmak kafa dinlemek için giderler. farklı karakterde bu iki kadının arasındaki gerilim orada da dinmeyecek.
filmi ben gayet beğendim, ama belki de gördüğümüzden biraz daha fazla bildiğim için olabilir. yani film aslında sanki seyirciye çok fazla şey bırakıyor, hikayeyi anlama hususunda. oyunculuklar, ipek türktan, esra bezen bilgin, çok iyi. filmin atmosferi de çok iyi, renkler, çekimler, çeşme bir harika :) bence izlenmeli öyle çok sık bu tür filmler çıkmıyor.
the past: a separation'dan sonra asghar fahradi ne yapsa izlerim dedim. ve italya'dayken kaçırmadığma çok sevindim, döner dönmez bir kaç gün içinde bu filme gittim. beni a separation kadar etkilemedi. Ahmad (Tahar Rahim) ve Marie (Bérénice Bejo) boşanmadan ayrılmışlar, tekrar evlenmek isteyen Marie, Ahmad'ı boşanma işlemlerinin gerçekleşmesi için Paris'e çağırır. İkili halen iyi anlaşmaktadır, hatta Ahmad Marie'nin çocuklarıyla da çok iyi anlaşmaktadır. Marie bir yandan da Ahmad'in ergenlik yapan büyük kızıyla konuşmasını ister, ve bu vesileyle bir takım şeyler ortaya çıkacaktır. spoiler olmasın diye çok detay vermiyorum. Bana göre bu filmin sorunu çok fazla karakter ve hikayenin olması. Ben Ahmad'in hikayesi ve bakış açısı olarak filmi izlemek isterdim, ki çok uzun süre o şekilde ilerliyor. Belki de sorun bütün olayların filmin sonuna yakın gerçekleşmesi, o yüzden filmin belli bir yerinden sonra başka bir film izliyormuşuz etkisi yapıyor. bence o olaylara giriş ya biraz daha erken ya da daha iyi yayılmış olmalıydı. tabii ki çok çok iyi bir film yine. sadece bir önceki filmin mükemmelliğinden kaynaklı bu daha arka planda kalııyor. orada hikaye de daha yalın bana göre. ama bunu da görün. ayrıca yönetmeni film festivalinin konuğu olacak.
inside llewyn davis: coen kardeşler diye gittik, ve gerçekten niye ki filan dedim. izlemeden önce goygoya gelip yahu nasıl olmaz akademi adayları arasında diye söylenirken, izledikten sonra, yahu niye olsun dedim.1960'larda New York'ta müzik yapmaya çalışan loser Llewyn (oscar isaac)'in hikayesini izliyoruz. hayatından bir kesit misali, ve fakat nasıl ağır ve akmıyor film ve baya bir şey de anlatmıyor yani. müzikler fena değil, kısa film olarak da olurmuş, bundan hikaye çıkmaz, film olmaz demiyorum, hatta minik minik güzel fikirler, sevimlilikler de vardı da 2 saat değil be canım.
daire: şimdi bu film de benim köprüde buluşmalarda çalıştığım yıl projeler arasındaydı (ne bereketli yılmış o yıl yahu bütün projeler çekildi vizyona girdi neredeyse), projeyi okuduğumu ve hoşlandığımı hatırlıyorum.
ne yalan söyleyeyim, fragmanını pek beğenmedim ve gişe memuru'ndan sonra da bir takım filmlere çok ön yargılı yaklaşabiliyorum, fakat arkadaşımın ufak bir rolü var diye gittim.
felsefeci feramus (fatih al) babasının ölümü ardından memleketine gider, orada tiyatrocu olan komşu betül (nazan kesal) ve havaalanında çalışan arif ile arkadaşlık eder. şimdi bence film esas anlatmak istediğini o kadar da anlatmıyor sanki. bir kere orada o havaalanı bir türlü açılmamış, giden gelen uçak yok ama çalışanlar var hani orası temizleniyor filan her gün. bu durum çok absürt ve ben bu hikayeyi çok sevmiştim. öte yandan feramus'un bürokratik işlerle uğraşması var, keza betül de aslında devletle ilgili ciddi bir sorun var ortada. fakat bu feramus'un ağırlığı altında eziliyormuş gibi geldi bana. beraber gittiğim arkadaşım çok beğendi. ben kötü bulmadım. sadece dediğim gibi sadece daha farklı bir bakış açısı bekliyordum.
iyi ki fragmana aldırış etmemişim, yoksa gitmezdim kesin.
only lovers left alive: ay ben bu filmi hiç anlamadım, jim jarmush diye gittim, zaten özel olarak vampirlere de meraklı değilim ama en azından daha hikayeli bir şey bekliyordum. bana biraz lüzumsuz geldi. tilda swinton'a da bayılırım, zaten onu çok sevdim filmde, bir de müzikleri kesinlikle şahane. ama sorsanız bu film ne anlatıyor diye, baya basit, iki tane vampir var işte, biri müzisyenden öteye gidemeyeceğim. yani evet ben anlamamış da olabilirim. evet adam (tom hiddleston) karakteri ilginç ama mesela bu çiftin hayatını altüst etmeye kız kardeş ava (mia wasikowska) geliyor, ama niye kıza bu kadar muhalefetler onu bile doğru düzgün anlamıyoruz, husumetleri ne? evet atmosferik olarak işliyor dediğim gibi müzikler de şahane, ama o kadar. benim için.
the square: kesinlikle çok etkileyici bir mısır belgeseli, daha fazla söze gerek yok, söz konusu meydan tahrir meydanı. çok etkileyici, çok.
köksüz: deniz akçay'ın yönetmenliğinde, yılın en iyi yapımlarından. çok gerçekçi. babasının ölümüyle annesi ve kardeşlerine resmen "babalık" eden feride'nin hayatına odaklanıyoruz. karakterler ve oyunculuklar çok iyi. özellikle ahu türkpençe çok iyiydi, belki de ön yargılı baktığımız için, dizi oyuncusu olarak gördüğümüz için performansını çok beğenmiş olabiliriz, bilmiyorum tabii ama kesinlikle çok iyi oynamış. esas akıllarda kalan ama anne karakteri, gerçekten filmden çıktığımızda 4 kişi aynı yorumu yaptık, "ayy ne biçim kadın allah kimseye böyle ana vermesin", evet bu vesileyle içimizde bir dizi izleyen babaanne yattığını da öğrenmiş olduk.
diyeceğim şudur ki, kesinlikle bu filmi kaçırmayın. KESİNLİKLE. türk sinemasına ön yargılı olabilirsiniz belki, ama iyi bir filmi kaçırmayın derim.
filth: ne yalan söyleyeyim james mcavoy var diye çok görmek istiyordum, sonra bir baktım ki irvin welsh uyarlaması filanmış. beklediğimin biraz altında kaldı.bruce terfiye en yakın detektif adaylarından biri, lakin o aynı zamanda uyuşturucu bağımlısı, ve aynı zamanda bipolar. açıkçası filmin başını ve sonunu çok beğendim ne yalan söyleyeyim ortaları birazcık sıktı beni, tam ortaları da değil de kahramanımızın iyicene halüsinasyondan çıkıp halüsinasyona girdiği yerler. filmin ilginçliği bir de sanki türü yokmuş gibi, ben azıcık daha komik bir şey bekliyordum, bir de azıcık daha gizem. kötü değildi tabii, ama james mcavoy da biraz kilolanmış mı ne. :) film fazla artı 18 bu arada, haberiniz olsun.
Gelecek program nasıl peki?
şu an hali hazırda miyazaki'nin son filmi, köksüz, mavi ring, mavi dalga, kapital, ömer ve meydan gösterimde sanırım (kapital'i de izleyin geçen festivalde görüp bayılmıştım, üstüne bir de emek sineması eyleminde gazlanmıştık cuk oturmuştu).
vizyona girecek olan filmler de şu şekilde:
binlerce kez iyi geceler
adalet için
filth
kan kokusu
joe
sefer tası ve festivalin beklenen filmlerinden terry gilliam'ın sıfır teoremi de festivalin ardından başka sinema'da
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder