mevi ile oyun atölyesi'nin macbeth oyununa bir ay önce almış olduğumuz biletlerle gittik.
oyun atölyesi'ni oldum olası sevmişimdir ama geçen yıl gittiğim 7 şekspir müzikali'nden hiç hoşlaşmamıştım.
ama yeni oyun var gitmemek olmaz, ayak alışmış bir kere.
oyuna giderken ki muhabbetimiz tabii ki ilker aksum hakkındaydı, kendisi bir kere arabayla bizim okulun önünden geçerken, pencereden bize bakıp gülümseyip yavaşlamıştı. sonra da geyik konumuz olmuştu: "bizi eve bırakıcaktı da biz kabul etmedik" cinsinden.
neyse salon kapısının önündeki sandalyede uyuklayan miskin şişko kediyi sevdikten sonra pek bir heyecanla içeriye girip yerlerimizi aldık. ikimiz de bir önceki gece akreplerin son konserine gitmiş olduğumuz için çok ama çok uykuluyduk.
sahnede üstü gazeteyle örtülü iki "ceset", ya da "kişi" -artık o an nasıl anladıysak-vardı. mevi bana dönüp "hrant dink göndermesi" dedi, suratına ifadesiz bakınca da "yok yani gönderme olmayadabilir tabi ama insanların kafasında bu canlanıyor" dedi, ben o sırada macbeth'le hrant dink arasında bri alaka kurmaya çalıştım. daha sonra kemal aydoğan'ın bir röportajını okuduktan sonra, gerçekten de hrant dink göndermesi olduğunu anladık.
oyuna dönecek olursak, gayet başarılı bir şekilde müzik ve ışık oyunlarıyla cadılar girer.
şimdi benim bazı saçma kriterlerim var, ki zaten sanırım bu konuda eğitim almamış biri olarak, buna azıcık hakkım var sanırım :) ses ve vücut kullanımı konusunda takıntılıyım,
o şaman-cadılardan bir tanesini viyaklıyordu o beni çok rahatsız etti onun dışında cadılar benim oyunda en beğendiğim unsurlardandı.
oyunun akışını biraz garipsedim hatta bir 15-20 dakika boyunca gerçekten kavrayamadım olay nedir, neresi burası ne oluyor.
ilker aksum'u gayet beğendim. hatta beklentilerimin baya üstündeydi, dramı da olduğunu pek bilmiyordum benim için o bir komedi oyuncusu çünkü. yancısı banquo'ya aşık oldum sanırım bir de o da çok iyiydi.
şimdi düşününce tek tek, oyun güzelmiş gibi geliyor ama aslen hiç beğenmedim.
bir kere lady macbeth'i kesinlikle beğenmedim. o rolü oturtamadım, neydi bilemedim ama oynayan kızcağıza beslediğim duygular hiç hoş olmadı. hani film izlerken en sevdiğiniz oyuncunun sahnesi çıksa diye beklersiniz ya, ben de lady macbeth'i aynen o şekilde bekledim ve gördüğüm şeyden sonra bir an önce sahnesi bitsin diye düşündüm. hele o cinnet sahnesi hiç olmamış. ki aynı oyuncuyu jeanne d'arc'ın öteki ölümünde izleyip bayılmıştım.
buradan oyunda hoşlanmadığım ikinci öğeye geliyoruz, oyunun yüksek sahneleri çok düşüktü, bu benim izlediğimle de alakalı olabilir belki başka gösterimlerde enerji daha yüksekti.
oyunun son sahnesi dışında tek bir sahne bile sıyrılmadı ki aslen bana göre daha yükse olması gereken sahneler vardı mesela lady macbeth'in delilik sahnesi, bağrış çağrış da değil kastettiğim, bir olduramadım. oyunun akışını bu yüzden beğenmedim ve genelini de bu yüzden beğenmedim.
son rahatsız edici unsur ise oyundaki yabancılaştırma unsuru olarak patenli adidas eşofmanlı dolaşan veletti. ben çok derin anlamlar yükledim, macbeth'İn içindeki çocuğun günümüze dışa vurumu gibi filan ama baya gereksizce kafa yormuşum..yabancılaştırma unsuruymuş işte.
madem yabancılaştırma gerekiyordu daha gizli daha anakronik bir öğeyle olsaymış bu, sahnede oradan oraya kayan bir velet yerine.
özetlemek gerekirse ben bu oyunu beğenmedim, mevi ise daha ara bir düşünce içerisinde,
oyundan çıktık miskin kedi hala aynı yerde.
bu da böyle bir hikayeydi işte.
2 sezondur gidemediğimiz testosteron'a da bilet aldık haftaya da ona gidiyoruz yey.!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder