türkiye'de sinemayla ilgili garip bir olay var. bir film bir kitle tarafından çok beğeniliyor, sonra da o filmi beğenmek zorunluluğunda hissediyor insnlar.
norwegian wood (imkansızın şarkısı) bence böyle bir film. hakkında söyleyebileceğim tek şey ise, çok daha iyi değerlendirebileceğim bir 130 dakikam vardı.
bu filme gitmeden önce kitabını okumak istiyordum, olmadı. muhtemelen kitap çok çok güzel.
film o kadar bir şey anlatamamış ki, özetlersek, ölen sevgilisiyle yatamamış olmanın pişmanlığını yaşayan ve frijit olma korkusundan tekrar sevmeye çekinen bir kız. öbür yanda nemfoman bir kız. bir tane de esas oğlanımız var ki...bu kızlarla bir sevişiyor, sanki hayrına.
filmin bütün meselesi sevişmek ya da sevişmemek üzerine kurulu gibi görünüyor. hem insanın kendiyle alıp veremediklerini hem de dış dünyayla olan ilişkilerini hep cinselliğe yoruyor, freud çok sevinirdi filmi izlese.
işin ilginç tarafı film hiç böyle bir söylemi varmış gibi de durmuyor. bu yüzden her halde herkes filmi çok dokunaklı ve muhteşem bulmuş.
daha düzgün bir konu aktarımına gelecek olursak, copy paste'liyim.
60’ların sonlarında Tokyo’da geçen film, ilk aşkı Naoko’ya derinden bağlı Toru Watanabe’yi izliyor. Watanabe yaşamının her alanında ölümün etkisini hissetmekteyken, ansızın hayatına hayat dolu genç kız Midori giriyor…
watanabe, naoko ve kizuki çiftinin daimi yancısı. bir gün sebepsiz bir şekilde kizuki intihar eder. watanabe üniversite okumak için tokyo'ya taşınır. bir gün ansızın naoko'yla tekrar karşılaşır. mevzu budur.
filmin soundtrack'i inanılmaz, hikaye 60'larda geçiyor.
ama bunun dışında kıçını kaldırmaya değmez bence, entel olacağız diye kasmayalım :)
* filmin ve kitabın adı beatles'ın norwegian wood parçasından geliyor. kitapta naoko'nun en sevdiği parçaymış, böyle düşününce daha manalı. filmde her şey bir manasız çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder